8 Aralık 2011 Perşembe

PARİS'TE GECE YARISI


Türk nostaljisinden sonra bu akşam da Fransız nostaljisiyle huzur buldum! Geçmişten gelen mükemmel sanatçılar, mükemmel nostaljik müzikler, danslar, romantizm.. Bi ara sınırsız hayal gücüm sayesinde içinde hissettim kendimi :) kalbiniz hafifleyecek, yavaşlayarak melodik ritmlerle attığını hiseedeceksiniz :) sonunda yine olmanız gereken dönemde yaşamaya ikna edilmeye çalışılacaksınız ama, elinizde olsa kahramanınıza "good bye.." öpücüğü kondurup, 1920lerde,1890'larda kalmak isteyeceksiniz..Kesinlikle daha detaylı, daha uzun bir film olmalıydı!
 

5 Aralık 2011 Pazartesi

Dedemin İnsanları


En son yazdıklarımın üzerine bu film çok iyi geldi! "hıhh! işte ben de bunu anlatmaya çalışıyordum" dedim! aynı evde 3 kuşak, kalabalık kahvaltılar, yemekler, komşuluklar...gündüz vakti dükkanı kapatma gerekliliği duymadan öğle yemeğine gidebilme... yaşlı teyzenin "ahiretlik bohça"sını para almadan hazırlayan manifaturacı... hem hak geçmesin diye hem de ikram olsun diye, müşterinin istediğinden 4 parmak fazla kesmek kumaşı... göçtüğün yerlere duyulan özlem.. hiç bir yere ait olamama duygusu..Bu ara en zayıf olduğm noktaya dokundu! O dönemlerde yaşamak istedim, iyilik kazansın, mutlu yaşayalım, herkes çocuklarını sevgiyle yetiştirsin istedim. Aslında herkes bizim insanımız, biz de onların.."dostuz biz!" Bu işlerden çıkar sağlayan, kalbi kirli insanlar olmadan mutluyuz..
"çok içimizden" diyemiyorum film için, çok uzak, çok özlediğimiz sahneler..
benim gibi özlem çekenlere şiddetle tavsiye ediyorum!
ve filmden en sevdiğim cümle;
"hiç bir şey hayat kadar şaşırtıcı değildir"


2 Aralık 2011 Cuma

iki hikaye..

     Bu aralar İstanbul'da yaşamak gittikçe ağırlaşan bir yük gibi omuzlarımda..Çok istedim bu şehre gelmeyi, burda yaşamayı.Çok çocuktum.3 yılı devirdim ve şimdi bambaşka bir gözle görüyorum dünyayı, insanların umarsızlığını, birbirlerine saygısızlıklarını, sıradanlaşmalarını ve sıradanlaştırmalarını..Benzedim ben de az çok.Arkamı dönüp gitmeyi, vicdanımı susturmayı başarabiliyorum zaman zaman.Çok direndim ama benzemezsen kaybetmek zorunda olduğunu öğrendim.
     ve bu aralar hayattan ne kadar umudumu kestiğimi farkettim!Derler ya "tokat gibi!".."Artık kimsenin kimseyi sevmediğini", kimsenin içten gülmediğini, herkesin bibirinin kuyusunu kazdığını vs vs...hiç ışık olmadığını........

     sonra bir bayanla karşılaştım, 20li yaşlarında, serviks kanseri, ameliyat oldu 1 ay kadar önce, total abadominal histerektomi.Yaklaşık 5 yıl sonra bu hastalıktan tamamen kurtulacağına inanıyor, erkek arkadaşıyla konuşmuş, 1 yıl sonra evlenceklermiş bu hastalık çıkmasa, şimdi kemoterapiden sonra evlenmeye karar vermişler.Çocuğumuz olmasa da olur demiş adam.Ben seni seviyorum, önemi yok, yeter ki sen iyileş.Ablası gebeymiş, doğumdan sonra rahmini dondurup, 5yıl sonra ona nakil edilmesini istiyormuş.Ablasının bebeğinin kordonunu dondurup saklayacaklarmış, ilerde işe yarar belki diye.Şimdilik bunlarla ilgili çalışmalar yok.Rahim nakli tam olarak uygulamaya geçmiş değil.5-10 yıl sonra neler olacağını bilemeyiz, ama onların birbirine bağlılığı, umutları beni çok duygulandırdı.Kendimi yalnız hissettim.Zor bir hastalığı olsa da şanslı olduğunu, yanında onu sevenler olduğunu düşündüm...
     ve bugün 25 yaşında çok şeker bir bayanın, hıphızlı, şahane doğumuna şahit oldum.Tombiş bi oğlan çocukları doğdu, epizyotomisiz!Babanın oğlunu kucağına aldığında ağlamasına şahit oldum.
     insanların duygularına dokunmuş gibi hissettim, elini uzatıp sıcaklığı hissetmek kadar somut..kızın umudunu kalbimde pembe hissettim, babanın mutluluk gözyaşlarını boğazımda rengarenk bi düğüm olarak..kendime üzüldüm....